

Bitmeyen İşgal: Filistin Topraklarında Sistematik Hak ve Hukuk İhlalleri
Filistin meselesi, özünde bir mülksüzleştirme, yerinden edilme ve kesintisiz askeri işgal hikayesidir. Bu, iki eşit taraf arasındaki bir çatışma değil, bir işgalci güç ile kendi kaderini tayin hakkı da dahil olmak üzere temel haklarını elde etmek için mücadele eden bir halkın anlatısıdır. İsrail'in 1967'de Batı Şeria'yı, Gazze Şeridi'ni (2005'teki yerleşimci çekilmesine rağmen devam eden abluka, bir tür işgal kontrolü oluşturmaktadır) ve Doğu Kudüs'ü işgal etmesi, bu adaletsizliği milyonlarca Filistinli için gündelik ve sistematik bir gerçeğe dönüştüren bir dönüm noktası olmuştur. Bugün yarım asrı aşan bu işgal, uluslararası hukuka ve sayısız Birleşmiş Milletler kararına göre açıkça yasa dışıdır ve adil ve kalıcı bir barışa ulaşmanın önündeki temel engel olarak kabul edilmektedir.
Bu metin, işgalin çeşitli boyutlarını, yasa dışılığının hukuki temellerini ve Filistin halkının yaşamı üzerindeki yıkıcı etkilerini inceleyecektir.
İşgalin Tarihi Kökleri
Mevcut durumu anlamak için iki kilit tarihi döneme bakmak gerekir:
1. Osmanlı İmparatorluğu'nun Yıkılışı ve İngiliz Mandası'nın Başlangıcı:Bu çatışmanın kökenleri, Birinci Dünya Savaşı'nın sonrasına ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışına kadar uzanır. Daha önceki yüzyıllar boyunca Filistin, Osmanlı egemenliği altındaydı ve farklı inançlardan çeşitli halklar, bazı gerilimler olsa da, bir arada yaşıyordu. Osmanlı'nın yıkılmasıyla Filistin, İngiliz Mandası yönetimine girdi. Bu dönem, 1917'deki Balfour Deklarasyonu ile aynı zamana denk geldi; bu deklarasyonda İngiliz hükümeti, Filistin'de "Yahudi halkı için bir ulusal yurt" kurulmasını destekleme sözü verdi. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan Filistinli Arapların sivil ve siyasi haklarını görmezden gelen bu deklarasyon, Filistin'e yönelik geniş ölçekli ve organize Yahudi göçünün önünü açtı, bölgenin demografik yapısını değiştirdi ve gelecekteki çatışmaların ve Filistin halkının mülksüzleştirilmesinin temelini attı. Aslında İngiliz Mandası dönemi, toprağın kontrolünü yerli halkından alan ve Siyonist hareketin hedeflerine ulaşmasını sağlayan bir geçiş süreciydi.
2. 1948 Felaketi (Nekbe): 1948'de İsrail devletinin kurulmasıyla 750.000'den fazla Filistinli evlerinden ve topraklarından sürüldü, yüzlerce Filistin köyü ve kasabası ya yok edildi ya da insansızlaştırıldı. Filistinlilerin "Nekbe" (Büyük Felaket) olarak adlandırdığı bu olay, günümüze kadar devam eden Filistinli mülteci krizinin temelini attı. Bu kitlesel yerinden edilme, gelecekteki çatışmalara zemin hazırladı.
3. 1967 Altı Gün Savaşı ve İşgalin Başlangıcı: Haziran 1967'deki savaş sırasında İsrail, Batı Şeria'yı (Doğu Kudüs dahil) Ürdün'den, Gazze Şeridi'ni ve Sina Yarımadası'nı Mısır'dan ve Golan Tepeleri'ni Suriye'den alarak askeri işgal altına aldı. Sina daha sonra Mısır'a iade edilmiş olsa da diğer topraklar işgal altında kalmaya devam etti. Bu an, 1947 BM Taksim Planı'na göre gelecekteki bir Arap-Filistin devletinin parçası olması öngörülen veya komşu ülkelerin kontrolünde olan toprakların askeri işgalinin başlangıcı oldu. O zamandan beri İsrail, bu bölgeler üzerinde tam askeri, idari ve ekonomik kontrolü elinde tutmaktadır.
İşgalin ve Yerleşimlerin Yasa Dışılığının Hukuki Dayanağı
Birleşmiş Milletler, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve insan hakları örgütleri de dahil olmak üzere uluslararası toplum, İsrail'in İşgal Altındaki Filistin Toprakları'ndaki eylemlerinin yasa dışı olduğunu sürekli olarak teyit etmiştir. Bu gayrimeşruluk, birkaç temel ilkeye dayanmaktadır:
1. BM Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı Kararı (1967):
Çatışmayı çözmeye yönelik diplomatik çabaların temel taşı olan bu karar, "savaş yoluyla toprak kazanımının kabul edilemezliğini" vurgulamakta ve "İsrail silahlı kuvvetlerinin son çatışmada işgal edilen topraklardan çekilmesi" çağrısında bulunmaktadır. Aradan geçen elli yılı aşkın süredir İsrail, bu topraklardan çekilmemekle kalmamış, yerleşim birimleri inşa ederek varlığını kalıcı hale getirmiştir.
2. Dördüncü Cenevre Sözleşmesi (1949):
Savaş ve işgal zamanlarında sivilleri korumak için hazırlanan bu sözleşme, İsrail'in eylemleri tarafından açıkça ihlal edilmektedir. Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin 49. Maddesi açıkça şöyle der:
"İşgalci Güç, kendi sivil nüfusunun bir kısmını işgal ettiği topraklara süremez veya transfer edemez."
Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te 700.000'den fazla İsrailli yerleşimci için 250'den fazla yasa dışı yerleşim birimi ve ileri karakol inşa edilmesi, bu maddenin doğrudan ve bariz bir ihlalidir. Bu yerleşimler yalnızca yasa dışı olmakla kalmayıp, aynı zamanda Filistin topraklarını parçalamak, doğal kaynakları (su ve arazi) gasp etmek ve yaşayabilir, bütünlüklü bir Filistin devletinin kurulmasını imkansız kılmak için bir araç olarak hizmet etmektedir.
3. Diğer BM Kararları:
Onlarca başka karar da bu pozisyonu güçlendirmiştir. Örneğin:
Güvenlik Konseyi'nin 446 sayılı Kararı (1979): İsrail yerleşimlerinin "hukuki geçerliliği olmadığını" ve "kapsamlı, adil ve kalıcı bir barışa ulaşmanın önünde ciddi bir engel" teşkil ettiğini belirtir.
Güvenlik Konseyi'nin 2334 sayılı Kararı (2016): Yerleşimlerin "hiçbir hukuki geçerliliği olmadığını" ve "uluslararası hukuk kapsamında bariz bir ihlal" olduğunu yeniden teyit ederek, İsrail'den tüm yerleşim faaliyetlerini derhal ve tamamen durdurmasını talep eder.
4. Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Danışma Görüşü (2004):
BM'nin en yüksek yargı organı olan UAD, İsrail'in Batı Şeria'da inşa ettiği ayrım duvarı hakkındaki danışma görüşünde, duvarın ve ona bağlı rejimin inşasının uluslararası hukuku ihlal ettiğini ilan etmiştir. Divan ayrıca, İşgal Altındaki Filistin Toprakları'ndaki İsrail yerleşimlerinin yasa dışı olduğunu da teyit etmiştir.
İşgalin İnsani Sonuçları: Pratikte Apartheid
İşgal, yalnızca hukuki bir kavram değil; Filistinlilerin hayatının her alanını etkileyen sert, gündelik bir gerçektir. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi saygın insan hakları kuruluşları, Filistinlilere dayatılan sistemi "Apartheid" (ırk ayrımcılığı) olarak tanımlamıştır. Çünkü bir etnik grup (İsrailli Yahudiler) üstün hak ve ayrıcalıklara sahipken, diğer grup (Filistinli Araplar) sistematik tahakküm ve baskıya maruz kalmaktadır.
Bu Apartheid, şu alanlarda kendini göstermektedir:
1. Seyahat Özgürlüğüne Yönelik Ağır Kısıtlamalar:
Batı Şeria'daki Filistinliler, karmaşık bir askeri kontrol noktaları, yol barikatları, sadece yerleşimcilere özel yollar ve ayrım duvarı ağıyla karşı karşıyadır. Bu sistem, Filistin topraklarını birbirinden izole edilmiş kantonlara veya "Bantustanlara" bölmüştür. İşe, okula, hastaneye gitmek veya aileyi ziyaret etmek saatler sürebilir veya tamamen imkansız hale gelebilir. Bu kısıtlamalar Filistin ekonomisini felç etmiş ve sürekli bir hapis ve aşağılanma hissi yaratmıştır.
2. Toprak Müsaderesi ve Ev Yıkımları:
İsrail, "güvenlik ihtiyaçları" veya arazileri "devlet arazisi" ilan etme gibi çeşitli bahanelerle Filistinlilere ait topraklara el koymakta ve bunları yerleşimlerin genişletilmesi veya askeri altyapı için kullanmaktadır. Eş zamanlı olarak, (Filistinlilerin alması neredeyse imkansız olan) inşaat ruhsatı bulunmadığı gerekçesiyle Filistinlilere ait evleri yıkma politikası yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. Bu politika binlerce aileyi evsiz bırakmış olup, kademeli bir etnik temizlik anlamına gelmektedir.
3. Yerleşimci Şiddeti ve Hukuki Cezasızlık:
Genellikle İsrail ordusu tarafından korunan aşırılıkçı İsrailli yerleşimciler, düzenli olarak Filistinlilere, zeytinliklerine, evlerine ve mülklerine saldırmaktadır. Bu saldırılar İsrail makamları tarafından nadiren soruşturulmakta ve failler neredeyse tam bir cezasızlıktan yararlanmaktadır. Bu durum, Filistinli topluluklar için bir korku ve güvensizlik ortamı yaratmıştır.
4. İkili Hukuk Sistemi:
Batı Şeria'da iki ayrı hukuk sistemi işlemektedir: İsrailli yerleşimciler İsrail medeni hukukuna tabi iken, Filistinliler sert İsrail askeri yasalarıyla yönetilmektedir. Bir Filistinli, aylar hatta yıllarca "idari gözaltı" (suçlama veya yargılama olmaksızın hapis) altında tutulabilirken, benzer bir suçu işleyen bir İsrailli yerleşimci sivil bir mahkemede yargılanır. Bu bariz ayrımcılık, bir apartheid sisteminin en belirgin özelliklerinden biridir.
5. Doğu Kudüs'ün İşgali ve "Yahudileştirilmesi":
Uluslararası hukuka göre işgal altındaki toprakların bir parçası olan Doğu Kudüs, Filistinliler için manevi, kültürel ve siyasi başkenttir. Şehrin bu bölümünü yasa dışı ilhakıyla İsrail, demografik yapısını Yahudi çoğunluk lehine değiştirmek için sistematik politikalar izlemektedir. Bu politikalar şunları içerir:
Filistinlilerin ikamet izinlerini iptal etmek.
Evleri yıkmak ve Filistinli aileleri tahliye etmek (Şeyh Cerrah'ta görüldüğü gibi).
Filistinlilerin inşaat yapmasını kısıtlamak.
Doğu Kudüs içinde ve çevresinde İsrail yerleşimlerini kitlesel olarak genişletmek.
Müslümanların ve Hristiyanların kutsal mekanlarına erişimini kısıtlamak.
İşgale Karşı Meşru Direniş
Uluslararası hukuk, işgal altındaki bir halkın işgalci güce karşı direnme hakkını tanır. Filistin direnişi, on yıllar boyunca halk protestoları ve sivil itaatsizlikten (Birinci İntifada gibi), kültürel ve diplomatik mücadelelere ve silahlı direnişe kadar birçok şekil almıştır.
Uluslararası toplum direniş yöntemleri konusunda fikir ayrılığına düşse de, her türlü şiddetin kökeninin işgalin kendisi olduğu unutulmamalıdır. Baskı, adaletsizlik ve temel hakların inkârı devam ettiği sürece, direniş de doğal ve meşru bir tepki olarak devam edecektir. İşgal bağlamını görmezden gelip sadece Filistinlilerin eylemlerine odaklanmak, gerçeğin eksik ve adaletsiz bir anlatımını sunmaktır.
Çözüm Yolu, İşgale Son Vermektir
Filistin ve İsrail'de barış, askeri işgale son vermeden ve tarihi adaletsizlikleri gidermeden mümkün değildir. Sürdürülebilir bir çözüm, uluslararası hukuk ve insan hakları ilkelerine dayanmalıdır:
İşgale Tamamen Son Verilmesi: İsrail, 1967 sınırlarına çekilmeli, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs üzerindeki askeri ve idari kontrolünü sona erdirmelidir.
Yerleşim Birimlerinin Kaldırılması: İşgal altındaki topraklardaki tüm İsrail yerleşimleri, yasa dışı ve barışın önündeki temel engel oldukları için kaldırılmalıdır.
Bağımsız bir Filistin Devletinin Kurulması: Filistin halkının, başkenti Doğu Kudüs olan kendi egemen, demokratik ve bütünlüklü devletini kurma hakkı vardır.
Mülteci Sorununa Adil Bir Çözüm: BM Genel Kurulu'nun 194 sayılı kararına dayalı olarak, Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkını güvence altına alan veya onlara tazminat sağlayan bir çözüm bulunmalıdır.
Bu ilkeleri görmezden gelmek ve çatışmayı "çözmek" yerine "yönetmeye" çalışmak, yalnızca şiddet, baskı ve acı döngüsünü devam ettirecektir. Filistin halkını desteklemek; adaleti, hukukun üstünlüğünü ve insan onurunu desteklemektir. Dünya, modern tarihin en uzun askeri işgaline sonsuza dek gözlerini kapayamaz. Uluslararası toplumun sözlü kınamaların ötesine geçerek İsrail'i sorumlu tutmak ve Filistin halkının devredilemez haklarını gerçekleştirmek için etkili adımlar atma zamanı gelmiştir.