İsrail'in Apartheid Politikaları: 21. Yüzyılda İnsanlığa Karşı Bir Suç

"Apartheid" terimi, her şeyden önce Güney Afrika'daki baskıcı ve ırkçı rejimi, yani beyaz bir azınlığın siyahi çoğunluğu sistematik ve yasal olarak temel insani, siyasi ve sosyal haklarından mahrum bıraktığı bir sistemi anımsatır. Bugün bu kelime sadece tarihi bir anı değil, aynı zamanda uluslararası hukukta tanımlanmış belirli bir suçtur. Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni (UCM) kuran Roma Statüsü'ne göre apartheid, insanlığa karşı bir suç olarak tanımlanmakta ve "bir ırksal grubun başka bir ırksal grup veya gruplar üzerinde kurduğu kurumsallaşmış sistematik baskı ve tahakküm rejimi bağlamında ve bu rejimi sürdürme niyetiyle işlenen insanlık dışı eylemler" anlamına gelmektedir.

Son yıllarda, Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) gibi dünyanın en saygın insan hakları örgütleri ve hatta B'Tselem gibi İsrailli insan hakları kuruluşları arasında, İsrail devletinin Filistinlilere yönelik politikalarının apaçık bir apartheid suçu teşkil ettiğine dair artan bir fikir birliği oluşmuştur. Bu raporlar sadece siyasi bir beyan değil, titiz saha araştırmalarının, derin hukuki analizlerin ve binlerce insan hakkı ihlalinin belgelenmesinin bir sonucudur. Bu belgeler, İsrail'in eylemlerinin tesadüfi veya geçici olmadığını, aksine Yahudi İsraillilerin Filistinliler üzerindeki egemenliğini sürdürmeye yönelik organize bir sistemin parçası olduğunu göstermektedir. Bu metin, kınayıcı bir bakış açısıyla bu apartheid sisteminin boyutlarını incelemektedir.

İsrail'in Apartheid Sisteminin Temel Dayanakları

İsrail'in apartheid sistemi, tamamı Filistin nüfusunu parçalamayı, zayıflatmayı ve kontrol altına alarak Yahudi İsraillilerin demografik, siyasi ve toprak üzerindeki egemenliğini koruma ve genişletme amacını güden birkaç ana sütun üzerine kuruludur.

1. Coğrafi ve Hukuki Parçalara Ayırma ve Koparma (Fragmentation)

İsrail'in temel stratejilerinden biri, Filistin halkını ayrı gruplara bölmek ve her bir gruba farklı yasalar uygulayarak birleşik bir kimliğin ve bütünlüklü bir direnişin oluşmasını engellemektir. Bu bölünme şu şekildedir:

  • İsrail vatandaşı Filistinliler: İsrail nüfusunun yaklaşık %20'sini oluşturan bu grup, oy hakkına sahip olmalarına rağmen toprak mülkiyeti, konut, eğitim ve devlet bütçeleri gibi alanlarda 65'ten fazla ayrımcı yasayla karşı karşıyadır. 2018 tarihli Yahudi Ulus-Devlet Yasası, bu ayrımcılığı zirveye taşıyarak bu topraklarda kendi kaderini tayin hakkının yalnızca Yahudilere ait olduğunu resmen ilan etmiş ve Arapçayı resmi dil statüsünden çıkarmıştır.

  • Doğu Kudüs'te yaşayan Filistinliler: 1967'de Doğu Kudüs'ün işgalinden sonra bu kişiler ne tam İsrail vatandaşı ne de bir Filistin devletinin vatandaşıdır. Onlar sadece "kalıcı sakin" olarak kabul edilirler; bu, İsrail'in "sadakatsizlik" veya belediye sınırları dışında yaşama gibi çeşitli nedenlerle iptal edebileceği kırılgan bir statüdür. Bu politika, Kudüs'ü Filistin kimliğinden kademeli olarak etnik temizlikle arındırma amacıyla izlenmektedir.

  • Batı Şeria'daki Filistinliler: Bu grup askeri işgal altında yaşamakta ve İsrail askeri yasalarına tabi tutulmaktadırlar. Aynı topraklarda yasa dışı olarak yaşayan Yahudi yerleşimciler ise İsrail medeni hukukundan faydalanmaktadır. Tek bir toprak parçasındaki bu ikili hukuk sistemi, apartheid'ın en bariz tezahürlerinden biridir. Filistinliler her hareketleri için İsrail'den izin almak zorundadır ve hayatları kontrol noktaları, gece baskınları ve yerleşimci şiddetiyle iç içe geçmiştir.

  • Gazze Şeridi'ndeki Filistinliler: 2007'den bu yana Gazze Şeridi, onu dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüştüren boğucu ve insanlık dışı bir abluka altındadır. İsrail, insan ve mal giriş çıkışını, hava sahasını ve kıyı sularını tamamen kontrol etmektedir. Bu kolektif ceza, bir nüfus grubunun sistematik olarak baskı altına alınmasının açık bir örneğidir.

  • Filistinli mülteciler: 1948 ve 1967'de evlerinden sürülen milyonlarca Filistinli mülteci, uluslararası hukukta tanınan geri dönüş hakkından mahrum bırakılmıştır. Bu hakkın inkârı, İsrail'de Yahudi demografik çoğunluğunu koruma amacıyla yapılmaktadır.

2. Toprak Gasbı, Ev Yıkımları ve Demografik Mühendislik

Siyonist projenin ve İsrail apartheid'ının temel taşı, minimum Filistinli nüfusla maksimum toprak kontrolüdür. Bu hedefe şu politikalarla ulaşılmaktadır:

  • Toprak Müsaderesi: İsrail, "kapalı askeri bölge" veya "devlet arazisi" gibi çeşitli başlıklar altında Filistinlilere ait geniş toprakları müsadere etmiş ve bunları yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri inşa etmek için tahsis etmiştir. Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'ne göre kendileri de birer savaş suçu olan bu yerleşimler, Filistin topraklarını parçalamanın ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını imkânsız hale getirmenin ana aracıdır.

  • Ev Yıkımları: İsrail, "ruhsatsız inşaat" bahanesiyle her yıl yüzlerce Filistinli evi ve altyapıyı yıkmaktadır. Oysa İsrail kontrolündeki bölgelerde (Batı Şeria'nın C Bölgesi ve Doğu Kudüs gibi) Filistinlilerin inşaat ruhsatı alması neredeyse imkânsızdır. Bu politika, Filistinlileri zorla yerinden etme ve etnik temizlik için bir araçtır.

  • Hareket Kısıtlamaları ve Ayrım Duvarı: İsrail'in "güvenlik bariyeri" olarak adlandırdığı Ayrım Duvarı, Batı Şeria topraklarının derinliklerinde inşa edilmiş olup, verimli tarım arazilerini ve su kaynaklarını Filistinlilerden ayırmış ve topluluklarını kuşatılmış adacıklara dönüştürmüştür. Yüzlerce kontrol noktası ve karmaşık bir izin sistemi, Filistinlilerin günlük yaşamını sürekli bir kâbusa çevirmiş ve seyahat özgürlüğü haklarını ellerinden almıştır.

Uluslararası Kuruluşların Raporları - Bir Suçun Belgesi

İsrail'e yönelik apartheid suçlaması, temelsiz bir iddia değil, saygın hukuk kurumlarının ayrıntılı ve belgelenmiş araştırmalarından kaynaklanmaktadır.

1. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) Raporu: "Bir Eşik Aşıldı"

Nisan 2021'de İnsan Hakları İzleme Örgütü, 213 sayfalık son derece ayrıntılı bir raporla, İsrail makamlarının apartheid ve zulüm gibi insanlığa karşı suçlar işlediğini ilk kez resmen ilan etti. Rapor, İsrail'in politikalarını analiz ederek şu sonuca varmıştır:

  • Niyet (Kasıt): Rapor, İsrail politikalarının temel amacının "Yahudi İsraillilerin Filistinliler üzerindeki egemenliğini sürdürmek" olduğunu göstermektedir. Bu "niyet", apartheid'ın hukuki tanımının temel unsurlarından biridir.

  • Sistematik Baskı: Rapor, yasalardaki ayrımcılığın, toprak müsadere etmenin, ikamet hakkını inkâr etmenin, hareket kısıtlamalarının ve temel hakları askıya almanın nasıl bir "sistematik baskı" oluşturduğunu ayrıntılı olarak açıklamaktadır.

  • Sistemin Kapsayıcılığı: İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu apartheid sisteminin yalnızca Batı Şeria ile sınırlı olmadığını, İsrail'in Arap vatandaşları da dahil olmak üzere kontrolü altındaki tüm Filistinlileri kapsadığını vurgulamaktadır.

2. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) Raporu: "İsrail'in Filistinlilere Yönelik Apartheid'ı"

Şubat 2022'de Uluslararası Af Örgütü, 280 sayfalık bir rapor yayımlayarak daha da ileri gitmiş ve İsrail'in "zalim bir tahakküm sistemi" kurduğunu ve "insanlığa karşı bir suç" işlediğini ilan etmiştir. Af Örgütü'nün raporunun kilit noktaları şunlardır:

  • Sistem Genelinde Bir Suç: Rapor, apartheid'ın 1948'de İsrail'in kuruluşundan bu yana kademeli olarak oluşturulmuş ve kontrol ettiği tüm bölgelerde uygulanan bir sistem olduğunu açıkça belirtmektedir.

  • Yasa Dışı Öldürmeler ve İşkence: Rapor, İsrail güvenlik güçleri tarafından Filistinlilerin yasa dışı olarak öldürülmesine, keyfi tutuklamalara ve işkenceye bu baskıcı sistemin araçları olarak çok sayıda örnek vermektedir.

  • Uluslararası Toplumun Sorumluluğu: Uluslararası Af Örgütü, BM Güvenlik Konseyi'ne, bu suçtan sorumlu İsrailli yetkililere karşı hedefli yaptırımlar uygulaması ve dosyayı Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne sevk etmesi çağrısında bulunmuştur.

3. İsrailli Kuruluş B'Tselem'in Tutumu: "Bir Yahudi Üstünlüğü Rejimi"

Belki de en sarsıcı kınama, bizzat İsrail'in önde gelen insan hakları kuruluşu B'Tselem'den geldi. Ocak 2021'de tarihi bir tutum değişikliğine giden bu kuruluş, durumu artık "geçici bir işgal" olarak tanımlamanın mümkün olmadığını, bunun yerine "Ürdün Nehri'nden Akdeniz'e kadar bir Yahudi üstünlüğü rejimi" olarak adlandırılması gerektiğini duyurdu. İçeriden gelen bu itiraf, İsrail'in bu suçlamaların sadece dış düşmanlar tarafından ortaya atıldığına dair her türlü iddiasını geçersiz kılmaktadır.

İsrail'in İnkârı ve Buna Verilen Yanıt

İsrail devleti ve destekçileri, bu suçlamalara her zaman öfkeyle tepki göstermiş ve bunları "antisemitik", "önyargılı" ve "tarihi çarpıtma" olarak nitelendirmiştir. Başlıca argümanları ve bunlara verilen yanıtlar şöyledir:

  • İddia: "Bu ırksal değil, bir güvenlik çatışmasıdır."

    • Yanıt: İsrail'in meşru güvenlik endişeleri olsa da, politikaları gerekli ve orantılı güvenlik önlemlerinin çok ötesine geçmektedir. Yerleşim yeri inşa etmek için topraklara el konulması, ikili bir hukuk sistemi yaratılması ve kendi vatandaşlarına karşı yasal ayrımcılık yapılmasının hiçbir güvenlik gerekçesi yoktur ve bunlar sadece demografik ve toprak hedeflerine hizmet etmektedir. Güvenlik, sömürgeci ve apartheid projesini örtbas etmek için bir bahane haline gelmiştir.

  • İddia: "İsrail'i Güney Afrika ile karşılaştırmak yanlıştır."

    • Yanıt: Apartheid suçu, evrensel bir hukuki tanıma sahiptir ve Güney Afrika modeline özgü değildir. İki rejimin ayrıntılarının birebir aynı olması önemli değildir; önemli olan, İsrail'in eylemlerinin "bir ırksal grubun diğeri üzerinde kurduğu kurumsallaşmış sistematik baskı ve tahakküm rejimi" şeklindeki yasal tanımına uyup uymadığıdır. Hukuki raporlar, cevabın evet olduğunu göstermektedir.

  • İddia: "İsrail'i eleştirmek antisemitizmdir."

    • Yanıt: Bu, meşru her türlü eleştiriyi susturmaya yönelik umutsuz bir taktiktir. Söz konusu raporlar Yahudiliği veya Yahudi halkını değil, bir devletin politikalarını uluslararası hukuk normlarına göre eleştirmektedir. İsrail devletini tüm dünya Yahudileriyle bir tutmak, başlı başına sorunlu bir düşünce tarzıdır ve İsrail politikalarını eleştirenleri antisemitik olarak yaftalayarak hesap vermekten kaçınmayı amaçlamaktadır.

Acil Uluslararası Eylem Gerekliliği

Dünyanın en güvenilir insan hakları örgütleri tarafından sunulan kanıtlar, İsrail'in Filistinlilere yönelik politikalarının bir apartheid sistemi oluşturduğuna dair hiçbir şüphe bırakmamaktadır. Bu, uluslararası toplumun gözleri önünde işlenen bir insanlığa karşı suçtur. Bu gerçek karşısında inkâr ve sessizlik, bu suça ortak olmak anlamına gelir.

Bu eylemleri kınamak yeterli değildir. Uluslararası toplum, özellikle Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumlar, görevini yerine getirmekle yükümlüdür. Bu eylemler şunları içermelidir:

  • Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) soruşturması: Filistin'deki savaş suçları ve insanlığa karşı suçlara ilişkin devam eden UCM soruşturmasına tam destek verilmesi.

  • Hedefli yaptırımlar: Apartheid politikalarının tasarlanması ve uygulanmasında rolü olan İsrailli yetkililere karşı yaptırımlar uygulanması.

  • Cezasızlığa son verilmesi: İsrail'in on yıllardır uluslararası hukuku hiçbir sonuçla karşılaşmadan ihlal etmesine olanak tanıyan koşulsuz siyasi ve askeri desteğe son verilmesi.

Tarih, Güney Afrika apartheid'ı karşısındaki sessizliği sert bir şekilde yargıladı. Bugün dünya benzer bir sınavla karşı karşıyadır. İsrail'in apartheid'ı karşısında eylemsizliğe devam etmek, insanlığın vicdanında bir utanç lekesi ve insan hakları, adalet ve insan onuru değerlerine açık bir ihanet olacaktır. Dünyanın, İsrail'i işlediği suçlardan sorumlu tutma ve bu baskı sistemine son vererek Filistin halkının meşru haklarını gerçekleştirmesi için ciddi adımlar atma zamanı gelmiştir.