

Sivillerin Katledilmesi: İsrail'in Askeri Sicilinde Bir Savaş Suçu ve İnsanlık Trajedisi
Masum sivillerin, özellikle de çocukların ve kadınların katledilmesi, her çatışmada bir savaş suçu ve uluslararası hukukun ve insanlığın temel ilkelerinin bariz bir ihlalidir. Ne yazık ki, İsrail-Filistin çatışmasının uzun tarihinde bu facia, tesadüfi bir olay değil, İsrail'in askeri operasyonlarında tekrarlanan ve sistematik bir örüntü olmuştur. Bu durum, hem her özgür düşünen insanın vicdanını sızlatan hem de kınama için sağlam hukuki kanıtlar sunan bir nitelik taşır. Bu eylemler, İsrail'in askeri sicilinde hiçbir gerekçeyle meşrulaştırılamayacak bir lekedir.
Masumlara Yönelik Trajik Şiddet Örüntüsü
Bu trajedinin merkezinde, bu saldırıların ana kurbanı olan çocukların ve kadınların kaderi yatmaktadır. Evlerinde, okullarında ve hatta ebeveynlerinin kucağında öldürülen çocuklar sadece bir istatistik değil; onlar, çalınmış geleceklerdi. Kefenlenmiş çocuklarına sarılan babaların ya da evlerinin enkazı başında feryat eden annelerin görüntüleri, bu insanlık suçunun açık bir sembolüdür.
1. Hukuki Temeller: İhlal Edilen İlkeler
Bu trajik örüntü, Uluslararası İnsancıl Hukuk (UİH) çerçevesinde analiz edildiğinde, sistematik bir suç boyutuna ulaşmaktadır. Bu bağlamda üç temel ilke, İsrailli güçler tarafından sürekli olarak ihlal edilmiştir:
Ayrım Gözetme İlkesi (Distinction): Bu ilke, çatışan tarafların her zaman sivil halk ile savaşçılar ve sivil hedefler ile askeri hedefler arasında ayrım yapmasını gerektirir. Saldırılar sadece askeri hedeflere yönelik olmalıdır.
Orantılılık İlkesi (Proportionality): Bu ilke, beklenen somut ve doğrudan askeri avantaja kıyasla "aşırı" olacak düzeyde sivil can kaybına veya yaralanmasına neden olabilecek saldırıları yasaklar.
İhtiyat/Tedbir İlkesi (Precaution): Çatışan taraflar, sivillere ve sivil hedeflere verilecek zararı en aza indirmek için mümkün olan tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu, saldırıdan önce etkili bir uyarı yapmayı, uygun silahları seçmeyi ve siviller için aşırı risklerin ortaya çıkması durumunda saldırıyı iptal etmeyi içerir.
2. Hak İhlallerinin Belgelenmiş Örüntüleri
İsrail'in askeri eylemleri, yalnızca münferit veya tesadüfi olaylar değil, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve B'Tselem gibi İsrailli insan hakları kuruluşlarının raporlarında ayrıntılı olarak belgelenmiş saldırgan bir modelin parçasıdır.
A) Yerleşim Bölgelerine Yönelik Orantısız ve Ayrım Gözetmeyen Saldırılar:
Mülteci kampları gibi yoğun nüfuslu kentsel alanlarda, 2000 pound'luk (900 kg) bombalar gibi geniş patlama gücüne sahip ağır silahların kullanılması, doğası gereği ayrım gözetme ve orantılılık ilkelerini ihlal eder. Bu bombaların yıkım ve ölüm yarıçapı o kadar geniştir ki, askeri hedef ile çevresindeki siviller arasında ayrım yapmayı fiilen imkânsız kılar.
Somut Örnek: Cibaliye Kampı'nın Bombalanması (Ekim 2023): İsrail ordusu, bir Hamas komutanını hedef aldığını iddia ederek, Cibaliye mülteci kampındaki yoğun nüfuslu bir yerleşim bölgesine birkaç ağır bomba attı. Saldırı, çok sayıda binanın tamamen yıkılmasına, devasa bir kraterin oluşmasına ve aralarında onlarca çocuğun da bulunduğu yüzlerce sivilin ölmesine ve yaralanmasına neden oldu. Geçerli bir askeri hedef olsa bile, sivil kayıplar açıkça "aşırı" ve herhangi bir askeri avantaja kıyasla orantısızdı. Bu eylem, bir savaş suçunun bariz bir örneğidir.
B) Hayati Altyapı ve Koruma Altındaki Mekanların Hedef Alınması:
Uluslararası hukuk; hastaneleri, okulları, ambulansları ve ibadethaneleri açıkça koruma altına alır. Bu mekanlar, dokunulmazlıklarını ancak doğrudan askeri amaçlar için kullanıldıklarında kaybederler ve bu durumda bile orantılılık ve ihtiyat ilkelerine uyulmalıdır.
Somut Örnek: Hastanelere Saldırılar: El-Şifa Hastanesi kompleksine yapılan saldırı ve kuşatma ile yüzlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olan El-Ehli Arab Hastanesi'nin avlusuna yönelik ölümcül saldırı, bu ihlallerin şok edici örnekleridir. İsrail ordusu bu mekanlarda Hamas komuta merkezlerinin bulunduğunu iddia etti, ancak bağımsız kurumlar tarafından sunulan kanıtlar, bu düzeyde bir yıkımı ve ölümü meşrulaştırmak için yetersiz kalmıştır. Bu saldırılar, Gazze'nin sağlık sistemini felce uğratmış, yaralı sivilleri hayati bakımdan mahrum bırakmıştır.
Somut Örnek: BM (UNRWA) Okullarının Hedef Alınması: Pek çok çatışma sırasında (2008-2009 "Dökme Kurşun", 2014 "Koruyucu Hat" ve 2023-2024 savaşı dahil), BM tarafından yerinden edilmiş insanlar için sığınak olarak yönetilen okullar defalarca hedef alınmış ve güvenli bir sığınak arayan sivillerin toplu katliamlarına neden olmuştur.
C) Tedbir Yükümlülüğünün İhmali ve Zorla Yerinden Etme Politikası:
İsrail ordusu tarafından yayımlanan tahliye emirleri genellikle muğlak, çelişkili ve uygulanması imkansız olmuştur. Milyonlarca insana Gazze'nin kuzeyinden güneyine gitmeleri emredilmiş, ancak sözde "güvenli" güzergahlar ve güney bölgelerinin kendisi de yoğun bir şekilde bombalanmıştır.
Somut Örnek: Yanıltıcı Tahliye Emirleri: "Güvenli bölgeler" ilan edip ardından bu bölgeleri bombalamak (örneğin Han Yunus ve Refah'ın sığınak olarak ilan edildikten sonra tekrar tekrar saldırıya uğraması), sadece ihtiyat ilkesinin bir ihlali değil, aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) Roma Statüsü uyarınca insanlığa karşı suç sayılan "zorla nüfus transferi" anlamına da gelebilir.
3. Toplu Cezalandırma Doktrini
İki milyondan fazla insan için su, gıda, elektrik ve yakıtın kesildiği Gazze Şeridi'nin tamamen kuşatılması, "toplu cezalandırmayı" yasaklayan Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin 33. Maddesi'nin açık bir ihlalidir. Bu politika, silahlı grupların eylemleri nedeniyle tüm sivil nüfusu cezalandırmakta ve feci bir insani kriz yaratmaktadır. Bu eylem, kendi başına bir savaş suçudur.
Sonuç: Cezasızlığın Sonu, Adaletin Başlangıcı
İsrail tarafından sivillerin katledilmesi, kapsamlı hukuki ve insani kanıtlarla desteklenen, inkâr edilemez bir gerçektir. Bu eylemler, masum insan hayatını sistematik olarak değersizleştiren askeri doktrinlerin ve taktiklerin mantıksal bir sonucudur.
Bu zulümler karşısında sessiz kalmak, zalimle suç ortaklığı yapmaktır. Uluslararası toplum, özellikle de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) gibi kurumlar, çifte standartları bir kenara bırakarak failleri ve emir verenleri soruşturmak, yargılamak ve hesap vermelerini sağlamak için kararlı adımlar atmakla yükümlüdür. Çünkü barış, asla evlerin enkazı ve masum çocukların mezarları üzerine inşa edilmeyecektir ve kurbanlar için adalet, gelecekte bu faciaların tekrarlanmasını önlemenin ilk adımıdır.